28.11.11

Casusluk

Bir alışveriş merkezinin bankamatikler için ayrılmış kısmını düşünün.
Yanyana neredeyse on tane bankamatik var,ama herkes tek bir bankamatiği bekliyor.
Tabii ki de benim işime yarayacak olanı... İşbankası'nı. Neden şaşırmıyorum ki?
Ben de bekliyorum, sıraya giriyorum. Sıra yavaş ilerliyor. Sıralar hep yavaş ilerler.
Aniden bir kadın geliyor. Bir elinde Blackberry, öbür elinde de alışveriş poşetleri ile.
Üzerinde siyah kazak , dar bir kot. Ayağında ise kazağı ile uyumlu kürklü bir bot. '
'Benim çok acelem var, çocuklarımı oyuncakçıda bıraktım' diyor önümde bekleyen adama.
'Müsaade edebilir misiniz, çocuklar çok fazla durmaz da' diye dramatik bir cümle kuruyor.
Önümde bekleyen adam da - 'buyrun' diyor. Kadın benim önüme geçiyor.
APTAL ADAM.
Sen ona kendi sıranı verebilirsin, ama BEN vermiyorum belki.
Arkanda o kadar insan varken sen kendi sıranı veremezsin kimseye, zekasız insan.
Neyse, sonra kadın bankamatiğe geçiyor ve işlemini yapıyor.
İşte tam o sırada ben sıradan çıkıyorum, sağ taraftaki duvarın arkasına geçiyorum.
Kadının işlemini bitirmesini bekliyorum. Kadın işini bitiyor ve yürümeye başlıyor.
Ben de kadını takip ediyorum. Nereye gidecek, ne yapacak merak ediyorum.
Acaba kadın rol mu yaptı, yoksa gerçekten çocukları var mı öğrenmek istiyorum.
Derken kadın Toyzzshop'a giriyor. Ama bu benim için yeterli olmuyor.
Belki benim onu takip ettiğimi anlamıştır, o yüzden mağazaya girmiştir diye düşünüyorum.
Mağazanın içinde de kadını takip etmeye başlıyorum ve BAM.
Kadın çocuklarının yanına gidiyor. Çocuklar varlar ve gerçekler.
Belki de ben onları düşündüğüm için var oldular. Bilemiyorum...
Telefonumdan gizlice fotoğraflarını çekiyorum.
ve görevi tamamlıyorum.


9.11.11

Karmaşık

Herşeyi karmaşıklaştırabilirim.
Gerçekten.

7.11.11

Benim Sanatçılarım

Benim bazı sanatçılarım vardır. Onlar ne yaparlarsa ben beğenirim.
Daha doğrusu, onlar ne yaparlarsa iyi yaparlar. Ben de iyi olan her şeyi beğenirim.
Zaten iyi yapmasalardı, benim sanatçılarımdan olamazlardı... O ayrı.
Asıl konuya geliyorum, benim sanatçılarımdan biri Darren Hayes'tir.
'The Tension and Spark' albümü sayesinde ona o sıfatı vermiştim.
2004 yılında o albümü almıştım, hızlıca dinlemiştim,beğenmemiştim.
Salondaki çekmecenin içine, diğer CDlerin yanına – sonsuzluğa- göndermiştim.
Sonra 2007 yılında -3 yıl sonra- ÖSS’ye hazırlanırken bir şans daha vermiştim albüme.
Çok etkilenmiştim şarkıları duyunca ve kızmıştım kendime.
Nasıl daha önce beğenmemişim, bir kenara atmışım diye...
Şimdi 2011’in son dönemlerinde yeni albümü yayınlandı.
Adı ‘Secret Codes and Battleships’. Bu yazı aslında bir albüm yorumu olacak.
Belki ilerde profesyonel yorumcu olurum ve albümleri/filmleri yorumlarım.
Bakın, zaten blogumda da albüm yorumları yapmıştım falan derim.Belki de demem.
Gelelim yorumlarıma... Öncelikle şunu belirteyim,karşımızda bir konsept albüm var.
Ki, bence her albümün bir konsepti olmalıdır.
Tüm şarkıların söz ve müziği Darren Hayes’e ait.
Ki, bence her sanatçı kendi şarkılarını yazmalı ve bestelemelidir.
Neredeyse tüm şarkıların türü aynı ve şarkılar birleştiğinde bir hikaye oluşuyor.
Hikayeyi anlatmayacağım,sadece bazı şarkılarla ilgili yorumlarımı yapacağım.
- Taken By The Sea : Açılış şarkısı. Albümü çok iyi temsil ediyor. 7/10
'I am an island,you are the ocean / All of my sadness taken by the sea'
- Talk Talk Talk ; Albümün çıkış parçası. İki versiyonu var, ikisi de başarılı.
Bir 'Insatiable' ya da 'Popular' değil; ama olması da gerekmiyor zaten. 8/10
- Cruel Cruel World : Samimiyetini bana hissettirebilen nadir şarkılardan. Dinlemekten asla sıkılmayacağım ve her dinlediğimde daha da sevdiğim bir şarkı. 10/10
-Stupid Mistake : Tipik bir Darren Hayes; yani olgun sözler, güçlü bir melodi...
Üstü açık arabanızda arkadaşınızla giderken dinlemek isteyeceğiniz şarkılardan. 10/10
- The Siren's Call: Dinlerken tüylerinizi diken diken edebilen bir şarkı.
Hani filmlerde biri ölünce duygusal bir sahnede bir şarkı çalar ya, işte bu o. 7/10
- Tiny Little Flashlights : Bana bu şarkıyı dinletseydiniz ama başka biri söylüyor olsaydı
size bunun Darren Hayes tarafından yazıldığını ve bestelendiğini söylerdim. O derece. 8/10
ayrıca Roses,God Walking To The Room, Explode ve Bloodstained Heart şarkıları da var.
Onları da çok sevdim. Diğer şarkıları da (4-5 şarkı daha var) henüz hissedemedim.
birkaç kez daha dinlemem lazım. Bazı şarkılar biraz zaman geçince iyi olur,bilirim...
-
Özetle şunu söylemek istiyorum, bu şarkıları dinlemek insana ayrı bir tat veriyor.
Çünkü şarkılara eklenen duyguları ben hissedebiliyorum.
Siz de hala şarkılardan etkilenenlerdenseniz, size bu albümü öneriyorum.

2.9.11

Kumdan Kale

Bugüne kadar gördüğüm en büyük kumdan kaleyi gördüm bugün.
Artık sizin de gördüğünüz en büyük kumdan kale bu oldu.
Ne kadar ilginç,değil mi?

29.8.11

Yoğunluk

Bu aralar o kadar yoğunum ve meşgulüm ki, bu cümleyi bile tamamlamayac

22.8.11

Krem Rengi

Krem rengi diye bir renk var. Hepimiz biliyoruz var olduğunu.
Ama hiçbirimiz bilmiyoruz onun hangi krem olduğunu...
Kremden kreme değişmez mi bu renk?
Yoksa 'krem rengi' demek yerine kullandığımız kremin adını mı söylemeliyiz?
Çok karmaşık bir durum değil mi bu ?
Bu konu ile ilgili kitap bile yazabilirim. O derece.

Siyah-Beyaz Şemsiye/Kürklü Kapşonlu Mont

Lacivert keten pantolon giyin.Üzerine de krem rengi bir kazak.
Yetinmeyin,yanına da içi kürklü kapşonlu montunuzu alın.
Ve fotoğraf makinanızı. Yola çıkın. Hava festivalini izlemeye gidin.
Herkes yazlık giyinsin. Hatta bikini/mayolarıyla dolaşanlar da olsun.
Hava da 30 derecenin üstünde olsun. Herkes dondurma yesin.
Siz terleyin. İçi kürklü kapşonlu montunuzu saklamaya çalışın.
Ama bir yandan da hava festivalini izleyin. Tadını çıkarın.
Birbirine bukadaryakınmesafedengeçen uçakları görün.
Birbirine bukadaryakınmesafedengeçen uçakların fotoğraflarını çekin.
Sonra dayanamayıp geri odanıza dönün ve üstünüzü değiştirin.
Bu sefer beyaz keten şortunuzu giyin,üzerine de mavi polo yaka bir tshirt.
Ve tabii ki siyah parmak arası terliğinizi unutmayın.
Tekrardan hava festivalini izlemeye gidin. Bu sefer tadını çıkarın gösterilerin.
Hava festivalinden sonra alışveriş merkezine gidin. 1-2 saat orada oyalanın.
Çıktığınızda hava kararıyor olsun. Ve sıcaklık 20 derece düşmüş olsun.
Yağmur yağmaya başlasın aniden. Şimşekler çaksın.
Etrafızdakilerin üzerinde yağmurluk olduğunu farkedin. Bot giyen insanları da.
Ama bunlar olurken siz parmak arası terliğinizle yürümeye devam edin.
Bir kadın yanınızdan geçerken, siyah-beyaz geometrik desenli şemsiyesi size çarpsın.
Kadın size dönüp 'I'm so sorry' desin.'No problem' diyip başınızı sallayın.
Ama çok sinirlenin. Herkese. Herşeye. Sabahki halinize. Şimdiki halinize.
Islanın. Birazcık ıslanmayın ama,sırılsıklam ıslanın.
Biraz da sinirlenin. Önünüzde yürüyen kadına bakın. Ve onun şemsiyesine.
Herkese,herşeye sinirlenmeye devam edin. Kadına bakmaya devam edin. Ve şemsiyesine.
İşte o anda ani bir rüzgar çıksın ve kadının şemsiyesi rüzgardan kırılsın.
Kadın telaşlansın. Yağmur çok şiddetli olduğu için hemen yandaki apartmana saklansın.
Şemsiyeyi sokağın ortasında bıraksın. Siz de cep telefonunuzla fotoğrafını çekin.
Yağmur biraz azalsın. Odanıza yürüyün. Sıcak bir duş aldıktan sonra yeşil çay için.
İnternete girin. Bugün yaşadıklarınızı blogunuza yazın. Fotoğraf da yükleyin.
Yazının adını 'Siyah-Beyaz Şemsiye/Kürklü Kapşonlu Mont' koyun.
Hava festivalinde çektiğiniz birbirinebukadaryakınmesafedenuçan uçağın fotoğrafı da koyun.
Sonra da yazdığınız yazıyı nasıl bağlayacağınızı düşünün. Bulamayın.
Pat diye kesin yazıyı. Pat diyin kesin.
Pat.

17.8.11

Kurabiye

Hani eskiden insanlar toplayıcılar ve savaşçılar diye ikiye ayrılırmış ya,
ben eğer o dönemlerde yaşasaydım, kesinlikle toplayıcı olurdum!
Bunu bana fark ettiren şöyle bir olay yaşandı bugün;
Bir arkadaşım var, kurabiye yapmış bana kendi elleriyle
Ben zencefilli kurabiye severim,afiyetle yerim diye...
Ama o kadar tatlı bir şekil vermiş ki, yiyemedim. Hemen sakladım onu.
Bana bunu yememi,yenisini yapacağını,o yapacağını saklayabileceğimi söyledi;
Yine de yiyemedim... Yapamadım. Çünkü ben bir toplayıcıydım.
'Bunu dikkatli saklaman lazım, ya kırılırsa' dedi?
'Ben de o zaman kırılmış halini saklarım' dedim.

Foursquare Saçmalığı

'Aman Allahım,kelimelerle anlatılamayacak kadar sosyalim.
Bak dün şurdaydım,bugün de işte burdayım' demeye çalışıyor bu kişiler.
Bu kişiler dediğim, foursquare uygulamasını kullanan kişiler.
Evet, inanması zor ama; öyle insanlar da var. Ve aramızda yaşıyorlar.
Bilmeyenler için hemen yazayım, foursquare bir çeşit işaretleme uygulaması.
Harita üzerinden nerede olduklarını işaretliyorlar ve bunu twitter'da paylaşıyorlar.
Evet. Bu kadar. Şaka gibi değil mi?
Onlara söylemek istediğim birkaç şey var diye bu yazıyı yazıyorum...
Sevgili Foursquare kullanıcıları,sizin ezik olduğunuzu herkes biliyor.
Ve açıkçası, kimse sizin nerde olduğunuzla ilgilenmiyor.
Her saat farklı bir yere gitseniz de bu sizin sosyal olduğunuz anlamına gelmiyor.
Ezik olmadığınız anlamına ise hiç gelmiyor.
O yüzden artık bırakın her gün nereye gittiğinizi bizle paylaşmayı.
Çünkü bu durum, sosyal ağ görgüsüzlüğünde ulaşılabilecek son noktadır.
Nokta.

15.7.11

Hediye.

Bugüne kadar aldığım en iyi hediye ; Z'nin bana aldığı sanat eseri.
Sadece tel kullanılarak sınırlı sayıda yapılmış özel bir ürün bu. Tam bir sanat eseri yani.
Aslında bunu geçen yıl görmüştüm ve çok beğenmiştim; fakat almamıştım.
Hani bazı şeyleri çok çok çok beğenirsiniz,ama siz almazsınız
birinin size almasını beklersiniz ve o aldığında da deli gibi mutlu olursunuz ya...
İşte bu öyle bir şey. Evimin girişine hemen astım. O kadar iyi durdu ki;
Sanki sadece benim evimin girişi için yapılmış gibi. O derece.
Teşekkür ederim Zehra. Doğum günümüz kutlu olsun. Her şeyin en iyisine layığız.

12.7.11

Doğum Günü

Sırf benim doğumgünümde yapabilmek için cupcake kursuna giden
ve gecenin ortasında eve baskın yapıp bana cupcake getirenler;
'Bak arabada hangi şarkıyı dinliyorum?' diye beni arayan ve şarkımı dinletenler;
Benimle herşeyi yapan ve hep yanımda olan insanlar... (Jansuwahharalar!)
siz olmasanız doğum günümün hiç anlamı olmazdı.
Teşekkür ederim.

10.7.11

Not

Geçen gün arabamın camına biri bu notu bırakmış.

5.7.11

Bahçedeki Boleyn

Ayça ve Cansu ile 3 saat süren fotoğraf çekimi yaptık Polonezköy'de.
'Saray bahçesindeki Anne Boleyn' i yaratmaya çalıştık.
Çektiğim fotoğraflardan iki tanesini yüklüyorum görmeniz için.

29.6.11

Sabancı Üniversitesindeki Çocuk / İş Teklifi

Sabancı Üniversitesi,kendi tanıtımını yapmak için bir katalog hazırlamış.
Daha doğrusu, üniversite sınavından çıkıp tercih yapacak öğrencileri etkileyebilmek için.
İçinde okulun tarihçesi,fakültelerle ilgili bilgiler, yurtlar, spor faaliyetleri falan var.
Ama bunlar tabii ki de benim umrumda değil.Benim için önemli olan sayfa 21deki fotoğraf.
Çünkü o fotoğrafda ben varım. Ama aslında o, ben değilim. Benim ikizim.
Benzetilmeyi hiç sevmeyen bir insan olarak ben bile şunu söyleyebilirim;
'bu çocuk gerçekten bana benziyor.'
Yürüyüşü,üzerindeki deri siyah cekedi, saçının şekli,giyim tarzı... tamamen BEN.
Bu yazıyı yazma amacım, aslında bir iş teklifinde bulunmak...
Bir gün dublöre ihtiyacım olursa (umarım olur,noooolur olsun) onu kullanmak istiyorum.
Sabancı Üniversitendeki Çocuk, bu dediklerimi aklının bir köşesinde tut.

12.6.11

Vazgeçtim

'Vazgeçtim' adlı şarkımın 30 saniyelik klibini buraya yüklemiştim.
Ama sonra vazgeçtim. Sildim.

27.5.11

Yatakta Kahvaltı Meselesi.

Gelmiş geçmiş en büyük klişelerden biridir bu ; yatağa kahvaltı götürme meselesi.
Gerçek hayatta kimse sabah uyandığında sevdiği insanın yatağına kahvaltı götürmez.
Böyle şeyler sadece düşük bütçeyle çekilmiş ucuz romantik komedilerde olur.
Gerçekten.
Herşeyden önce,bir insan sabah uyandığında ilk iş olarak tuvalete gider.
(Eğer sağlıklı bir insansa- böbrekleri olması gerektiği gibi çalışıyorsa)
Zaten ondan sonra geri yatak odasına dönmez, dönse bile yatağına girmez.
Ayrıca yatakta kahvaltı yapmak zor olur. Yatağa çay dökülebilir.
Ekmek kırıntıları sıçrayabilir;ki bu durumda o kırıntılar sonradan cam etkisi yapar.
Mesela çay kaşığı unutulmuş diyelim, gidip mutfağa getirilecek midir o?
Zaten mutfağa giden insan,mutfakta yapmalıdır kahvaltısını.
Mutfağın amacı odur çünkü. Mutfak yemek yeridir, yatak odası yatma yeridir. Net.
Masaörtüsü çarşafla aynı şey değildir; masa örtüsünün üzerinde yemek yenilir
Çarşafın üzerinde başka şeyler yapılır.
Yatak odasında kahvaltı yapan insan, mutfağa da herhalde giyinmek için gider.
Özetle,herşey yapılması gerektiği yerde yapılmalıdır. Bu kadar.
*
[Not; 'ilerde bizde eşlerine kahvaltı hazırlayıp yatağa götüren insanlardan mı olacağız?'
diye bana soran arkadaşım Batuhan'a atfen yazılmıştır. Ona 'biraz düşüneceğim' demiştim.
Biraz düşündüm ve yazdım.]

Duvar kağıdım

Şu anda kullandığım duvar kağıdı. Herhalde bugüne kadarki en iyi duvar kağıdım.

Yan Komşumun Paspası

Yan komşum çok tatlı bir kadın. Bazen çok güzel börek yapıyor ve bana veriyor.
Hemen yiyorum tabi. Çok tatlı bir kadın olmasaydı,yemezdim.
Zehirli olduğundan şüphelinir,önce ablama yedirirdim,sonra ben yerdim herhalde.
Ama beni son zamanlarda çok düşündüren bir şey var.
O da yan komşumun paspasının çok çirkin olması. Evet.
Bundan sana ne diyebilirsiniz,ama öyle bir şey yaparsanız ben de size derim ki;
Benim evime gelebilmek için mecburen onun evinin önünden geçmek gerekiyor
Yani önce onun paspası görülüyor,sonra benim paspasım görülüyor.
Hatta bence bana gelen insanlar onun paspasını görünce 'burası değil' diyorlar
(ya da kapıların üzerindeki daire numaralarına bakıp :P)
Demek istediğim şu... Yan komşum çok tatlı bir kadın; ama paspası çok çirkin.
*
İki seçeneğim var. Ya onun paspasını [ç]alıp hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğim.
Ya da ona bir paspas hediye edeceğim...
O kadar Komşuluk Hukuku falan okudum,ama bu işin içinden çıkamıyorum.
Sol taraftaki paspas onun paspası, sağ taraftaki de benim...
Başka söze gerek yok bence.

24.3.11

Gereksiz bir bilgi

Eski en yakın arkadaşımın boyu IQ'sünden yüksekti.
Gerçekten.

17.3.11

Kasap

Karakalem + Kırmızı Şarap + Salça = Kasap
Yeni sanat eserim,umarım beğenirsiniz...

4.2.11

Geçen Cuma

Gündüz belli işin var, gece niye gelmedin?
Geçen Cuma gelecektin, aylar oldu gelmedin...

30.1.11

Madam Kavruk ile P günü

Arkadaşım Tuğçe (Madam Kavruk) Ankara'dan Istanbul'a geldi, onunla hemen 'P' günü yaptık.
Bugün, Pazar günü, Caddebostan Kültür Merkezi'nde 'Cam' adlı tiyatro oyununa gittik.
En arkada,en köşede, sürekli geviş getiren yaşlı bir kadının yanında oturduk. Buna aldırmadık.
Son kalan 2 yer orası diye değil, bizce en iyi yer orası diye oradan aldık. Gerçekten.
Oyun çok iyiydi. Zaten Deniz Çakır / Dolunay Soysert varsa,o oyun iyi olur. Bu böyledir.
Sadece Tuğçe oyunun adının 'Cam' olmaması gerektiğini , 'Pencere' olması gerektiğini söyledi.

Oyun çıkışı Cadde'de biraz yürüdük,biraz alışveriş yaptık ve çok acıktığımız için eve geldik.
Dışardan yemek söylemek istemedik ve kendimiz pizza yaptık. Ben malzemeleri hazırladım.
Tuğçe biraz un ve biraz su ile resmen hamur yarattı ve pizzayı fırına verdik.
20 dakika sonra o pizzayı yedik ve mutlu olduk.
Şimdi de Tuğçe bana petibörlü pasta yapıyor ve sonra da onu yiyip mutlu olacağız.
Şimdilik diyeceklerim bu kadar.

15.1.11

Amaçsız bir diğer kısa film

Bugün çektiğim bir kısa film.
Biraz amaçsız; ama yine de idare eder,hehe.

Serbest

Uzun zamandan sonra ilk defa tuvali önüme aldım.
İçimden ne geliyorsa; onu aktardım. Biraz çizdim,biraz sildim.
Sonra da bu çıktı ortaya. Kendini 'serbest' bırakma fikri ile...

12.1.11

Kulak / 30 / SGK reddi / Fax

Sabah saat 7 gibi aniden yüzümün sol kısmında bir baskı hissettim.
'Herhalde yüz felci geçiriyorum' diye düşündüm,panik oldum ve uyandım.
Yüzümü kontrol ettim,her şey olması gereken yerdeydi.
Ama değişik bir his vardı hala yüzümün sol kısmında...
SOL KULAĞIM DUYMUYORDU!
İlk başta önemsemedim bunu; sonra da yavaş yavaş endişelenmeye başladım.
Ya hep böyle kalırsa? Ya bundan sonra sol kulağım hiç duymazsa diye düşündüm.
İpodumun kulaklığını taktım,duyma testleri yaptım kendime...
Hayır. Resmen sol kulağım çalışmıyordu. (Yani tıkanmıştı kulağım,ve az duyuyordum)
Bunun üzerine hemen bana en yakın hastaneyi aradım,telefonu sağ kulağıma koyarak.
1 saat sonraya ( yani 8.30'a) Kulak-Burun-Boğaz'dan randevu aldım.
Hemen hazırlanıp hastaneye gittim,kayıt işlemi yaptırmak için sıra numarası aldım.
O anda fark ettim. Bana 30 numara gelmişti numaratörden!
30! Başka bir şey değil, 30! Yani Eşya II finalinden aldığım not...
Bugüne zaten bir kulağım sağır başlamıştım, bir de bu numarayı alınca anladım;
Herşey ters gidecekti. Bunlar sadece bir başlangıçtı.
Sıra bana gelince kayıt işlemimi yaptırmak için kimliğimi verdim çalışan bayana.
Bilgisayarda bir kaç şey yazdıktan sonra döndü baktı bana;
'Üzgünüm,Sosyal Güvenlik durumunuz pasif durumda görünüyor.' dedi.
Hiç şaşırmadım aslında SGK'nın bu yaptığına...
Bu ilk değildi çünkü. Ne zaman hastaneye gitsem,bir şey çıkardı.
[Herhalde 'sosyal devlet'in sosyalliğinden faydalanmamı istemiyorlar,bilemiyorum]
Teşekkür ettim ve hastaneden çıktım muayene olmadan
Çünkü özel muayene olup 140 lira vermek istemedim.
Hemen babamı aradım, durumu anlattım ve halletmesini istedim.
Bana 'Sen git hallet,Kadıköy'deki SGK'ya öğrenci belgeni ver,düzeltsinler' dedi.
Ben ve Kadıköy'e gitmek... Aynı cümlede! Şaka gibi.
O nedenle duygu sömürüsü yaptım,dedim ki babama
'Neyse, Adana'ya geldiğimde hastaneye giderim, şimdilik tek kulakla idare ederim.'
Babam da düştü bu tuzağa ve dedi ki 'Sen bana öğrenci belgeni fax çek,ben hallederim'
.
Hastaneden eve dönerken yolda bir yerde 'fax çekilir' yazısını gördüm ve arabayı park ettim.
Ama biraz uygunsuz bir yere park ettim. Hatta park etmedim,öylece bıraktım...
Zaten 2 dakikada fax çekerim, daha benim park ettiğim fark bile edilmeden gelirim diye düşündüm.
20 dakika sonra (fax işini hallettiken sonra (!)) ancak dışarı çıkabildim.
Dışarıya çıktığımda gördüğüm şey beni şok etti ; ARABAM ÇEKİLİYORDU!
Dünyadaki en kötü şey,benim başıma geliyordu. İnanamadım.
RESMEN arabamın tekerlerine bir şey takıyorlardı çekebilmek için.
' duruuuuuuuuuuunnnnn' diye bağırdım ve Hülya Koçyiğit koşuşumla koşmaya başladım.
Dinlemediler beni. Süreç başladıktan sonra duramazlarmış,çekeceklermiş aracımı.
Bu durumu değiştirmek için hemen 'çalışkan öğrenci' kozumu kullandım.
'Benim bugün 2 tane finalim var,acil fotokopi çektirmem gerekti,ondan durdum' dedim.
Hiiiiç aldırmadılar. Halbuki o kadar da gerçekçi rol yapmıştım.
B Planı'na geçtim. Rolümü değiştirdim...
'Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Benim amcam bölge emniyet müdürü!'
Tabii ki de kim olduğumu bilmiyorlardı. Çünkü ben kocaman bir KİMSEyim haha.
Bölge emniyet müdürü diye bir şey var mı onu bile bilmiyorum. O derece yani.
Bu dediğime çok inanmadılar; ama ben telefonumu çıkartıp arıyor gibi yaptığım zaman
beni bu seferlik affettiklerini söylediler... Arabama binip kaçtım oradan...
.
Bu yazıyı yazma nedenim ise, İstanbul halkından (Anadolu Yakası insanlarından) özür dilemek.
Sabah saat 9-10 arası olan trafiğin kaynağı bendim. Ama gerçekten iyi niyetliydim.
Fax çekmenin bu kadar uzun süreceğini bilmiyordum,bilmem de gerekmiyordu...

11.1.11

30

Söyleyebilecek çok bir şeyim yok aslında
Alttan aldığım dersin finalinden 30 almamın dışında...
.
Hep laf ederdim ben,kaldığı dersten bir daha kalan insanlara.
Şimdi ben de katıldım onların arasına.
.
Benimle konuşmazsanız artık,sizi anlarım.
Eşya Hukukundan bir defa daha kaldığım için
Ben bir köşede gizlice ağlarım...

8.1.11

Üzücü bir kişi

O kadar ezik bir kişi var ki tanıdığım; hergün okula minibüsle/otobüsle ya da başka bir arkadaşının arabasıyla gelmesine rağmen sırf insanlar onu arabayla gelmiş sansın diye okulun otoparkının içinden yürüyüp okula öyle giriyor...
daha da üzücü olan bir şey var ki; o kişi benim eskiden çok yakın bir arkadaşımdı.

Hediye

Eğer bana bir hediye almak istiyorsanız,ama ne alacağınızı bilmiyorsanız...
bu yazı size yardımcı olacaktır.
1 ) Bacak Açacak.
Buzdolabımın üzerine resimlerimin yanına asmak istiyorum bu açacağı. Ve kapaklı olan tüm içeceklerimi bununla açmak istiyorum. Zaten asitli içeceklerden sadece Sprite içiyorum,onu da cam şişesinden içmeyi seviyorum. O şişeyi de işte bununla açmak istiyorum.
BunDesign'da satılıyor bu ürün. Bun Design şubelerinden,ya da internetten [Buradan] alabilirsiniz.
Fiyatı da bayaa uygun,düşünmeden alın... Neler neler alıyorsunuz hergün,bunu mu almayacaksınız bana?
Ben kesin size bugüne kadar bir şeyler almışımdır, siz de bana bu açacağı almalısınız. Bence.
2) Nelly Furtado'nun yeni albümü.
Nelly Furtado'nun yeni çıkan albümünü istiyorum. D&R'larda satılmaya bu hafta başlandı.
Albümün adı 'The Best Of Nelly Furtado'. Tüm eski hit şarkıları ve 3 yeni şarkı var. Bende daha önceki albümlerinin tamamı var,ama nedense bunu ben almamalıymışım,sanki biri bana almalıymış gibi hissediyorum. Yoksa ben alırdım. Eğer o 3 yeni şarkıdan birini dinlemek isterseniz, buraya tıklayın. Mükemmel bir şarkı,bu albümde - adı Fuerte. Ayrıca benim gelmiş geçmiş en sevdiğim şarkılardan (ve kliplerden) biri, Nelly Furtado'dan Try'ı izlemek/dinlemek için de buraya tıklayın.
3) USB Bellek
Kanyon'da,Karınca' da satılıyor bu usb bellek. Bunu da istiyorum. Hatta Kanyon'a kadar gittiyseniz bana 'Karınca'daki herhangi bir şeyi alabilirsiniz. Hiç farketmez.
.
Bunların dışında, Palladium alışveriş merkezinin alt katında çerçeveci var bir tane. [Benim tablolarımı hep çerçevelettirdiğim yer.] Oraya telden yapılmış yeni Mevlana heykelleri geldi. Büyük boy ve küçük boy olmak üzere 2 değişik çeşidi var,tamamı el yapımı... Fiyatları biraz pahalı gibi,ama bence sanata yatırılan para = akıllı yatırım olduğundan bana onu da alabilirsiniz.

Bir imza.

Bir imza insanın hayatını ne kadar değiştirebilir?
1- O kişinin İstanbul'dan Adana'ya taşınmasına neden olabilir.
2- O kişinin yıllardır çalıştığı ve çok başarılı olduğu işini bıraktırabilir.
3- O kişinin bugüne kadar hiç ayrılmadığı kardeşinden/annesinden o kişiyi ayırabilir.
4- O kişinin istemediği bazı şeyleri o kişiye 'adetten' diye yaptırtabilir.
5- O KİŞİYİ MUTLU EDEBİLİR.
Ki,en önemli olan [tek önemli olan] o kişinin mutlu olmasıdır. Diğer herşey onun yanında önemsizdir.
O kişi mutlu olunca,sen de mutlu olursun. Onu da az görecek olsan bile.
İlk fotoğraf,kuzenim Tuğçe'nin evlenirken attığı 'imza'nın fotoğrafı... Ve diğer fotoğraflar...

Themen Aktüel 2 / .DJVU / Meltem

Almanca sınavı sonrası benim bloguma yazı yazmam geleneksel bir şey.
Bozulmasın istedim bu gelenek,ve bu sefer Almanca 5 finalini anlatmak istedim sizlere.
.
Dün sabah bir sınavım vardı ve sınav çıkışı Cansu Güneş (Azize Yılmaz) ile biraz takıldık.
Eve geldiğimde saat 7'ye geliyordu. Daha Almanca finalime çalışmaya başlamamıştım.
Saat 8 gibi çalışmaya başlarım, 'Hanımın Çiftliği'ni izlerken bir yandan Almanca okurum diye düşünmüştüm ki
ÇALIŞACAK BİR ALMANCA KİTABIMIN OLMADIĞINI HATIRLADIM.
Aslında benim hiçbir zaman Almanca kitabım olmamıştı. Hep fotokopilerden idare ediyordum.
Ama bu sefer fotokopilerim de yoktu! Heryeri aradım. Kitaplığımdan salondaki dergilik/gazeteliğe kadar...
Bulamadım. Saat 9'a kadar aradım ve sonra bu gerçeği kabul ettim; Almanca'dan kalacaktım.
Biraz televizyon izledikten sonra bu gerçeği reddettim,daha sinsi bir plan yaptım.
İnternette HERŞEY varken, Themen Aktüel kitabının olmaması gibi bir şey olabilir mi?!
Yaklaşık yarım saat internette Almanca kitabını aradıktan sonra bir Rus forumunda buldum.
Hemen indirdim. Hemen inmedi ama. 108MB'lık dosyayı 2,5 saatte indirebildim. Rusya üzeriden.
Bu arada saat 11'i geçmişti artık. 'Hanımın Çiftliği'ni de izleyememiştim. Bunu önemsemedim.
Dosyanın indirilmesi tamamlandıktan tam çalışmaya başlayacaktım ki... DOSYA AÇILMADI.
.djvu dosyasıymış indirdiğim şey,ve benim laptop'um onu açamadı.
Arkadaşlarımı aradım,internette .djvu dosyası nasıl açılır diye forumlara sordum.
.DJVU dosyasını açmak için de 1 saate yakın uğraştım. Sonunda başardım.
Themen Aktüel 2 - Arbeitsbuch'a ulaştım... Saat 12'yi geçmişti ve aşırı uykum vardı.
Buna rağmen Almanca çalıştım. [ Çalıştım = kitaptan ilgili bölümleri çalışma kağıdına (!) yazdım]
Çalışmayı tamamladıktan sonra uyudum. Gözümü kapattım,açtım ve saat 7 olmuştu bile.
Okula gittim. Sınav sınıfındaki herkesle kavga ettim. (Meltem/ Selin / Erdem / Mecit / Özlem vs...) Bağırdım çağırdım.
Ben en önün bir arkasında ortada oturuyordum. Yanımda da benim çalışkanım vardı - TG.
Hoca sınıfa geldi ve bana 'Hey sen,öne geç' dedi. Bana dedi. En önün bir arkasında oturan çocuğa.
O anda önümde iki seçenek vardı. Ya öne geçip Almancadan kalacaktım (TGden uzaklaştığım için)
Ya da hocaya 'Hayır,öne geçmeyeceğim,arkada kalabalık bir grup var,onlar geçsin öne' diyecektim.
İKİNCİSİNİ yaptım. Tanımadığım bir hocaya. Sınıfta. Sınavda.
Ve orada sınava girdim... Neyse ki TG herşeyi yaptı,ben de herşeyi yaptım.
Gece hazırladığım çalışma kağıdını (!) hiç kullanmadım. Ama onun varlığı beni 'güven'de hissettirdi.
Bu dönemki Almanca maceramı da bu şekilde sonlandırdım.
[Not; Meltem,sabah sana aşırı yüklendim,bağırdım... Haksızım]