30.12.09

Yılın Son Yazısı / Hoşgeldin 2010

Biri Adana'dan,biri Bursa'dan ve diğeri de İstanbul'dan.
Bu yıl sadece 3 tane milli piyongo bileti aldım.
Artık bana çıkmak zorunda...
O kadar istiyorum ki büyük ikramiyeyi;
Anlatılmaz bir duygu bu.
Anlatılsa bile,ben beceremem.
En çok ben istiyorum;
En çok ben hakediyorum.
Sadece 1 biletime çıksın istemiyorum;
Aldığım 3 biletin 3üne de çıksın istiyorum.
Hem de en büyük ikramiyelerin çıkmasını istiyorum.
Gerçekten...
Çok istiyorum.
Herşeyi düşündüm;
Herşeyi planladım.
Çok istiyorum demiş miydim?
...
.
Bu arada,şu anda okuduğunuz yazı,yılın son yazısı.
Hatta büyük ikramiye bana çıkarsa,blogumun son yazısı olacak.
Alan adı satın alır,web sitesi açarım öyle bir durumda.
'Açarım' derken kastettiğim; asistanımın açması.
(İnternet işlerimle uğraşan asistanıma söyleceğim cümleye bakar o iş)
Eğer yılbaşından sonra blogumda yeni bir şeyler göremiyorsanız
bana telefonla ve benzeri şeylerle ulaşamıyorsanız; anlayın ki bana piyango çıkmıştır.

21.12.09

Sarı Balonla Uçan Mavi Horoz

Sabaha doğru (saat 3 gibi) rüyamda
'sarı balonla uçan mavi horoz' gördüm.
Üşenmedim, 'sabaha hatırlarım nasıl olsa' demedim.
(Çünkü biliyorum,asla hatırlanmaz onlar)
hemen uyandım ve resmini çizdim.

19.12.09

Hediye

Hediye vermeyi seven bir insanımdır.
Ama hediye vermekten daha çok sevdiğim bir şey varsa;
o da hediye almaktır.
Bana bugüne kadar gelen en iyi hediyelerden birini paylaşıyorum;

Selin (nam-ı diğer Marta) yaptı bana bu atkıyı.
Griyi kullanmış,çünkü biliyor benim en sevdiğim rengin gri olduğunu.
Ve 'ME' harflerini -yani adımın baş harflerini - eklemiş.
Bir an önce soğuk kış günleri başlasa da atkımı taksam
ve herkes atkımı görse istiyorum.
...
..
.
Siz de bana yaptığınız/aldığınız hediyenin blogumda olmasını istiyorsanız
yapmanız gereken şey çok basit...
Biliyorsunuz ne olduğunu.
Haha.

Kırık Kalpler Durağı

D&R'da film bölümde bir arkadaşımla dolaşıyordum.
'Bak,sen şunu izledin mi?' ve 'aaa,bu film çok iyiydi!' diye konuşurken
arkalardan tanıdık bir ses duydum.
Candan Erçetin'in sesi değil mi bu?' diye sordum
ve şarkıyı dinlemeye başladım.
Hiç tanıdık gelmedi...
O saniye yanımdan geçen kızın elinde gördüm CDyi.
Resmen Candan Erçetin yeni bir albüm yapmış!
Şaşırdım.
Hemen ben de bir tane aldım.
Çünkü bazı sanatçılar vardır; yeni şarkılarını duymamış olsan da,albümlerini alabilirsin.
Güvenirsin onlara; onlar ne yapsa,iyi yaparlar.
Benim için Candan Erçetin öyle bir sanatçı işte.
Mutlaka dinlemeniz gereken şarkılar şunlar;
Kırık Kalpler Durağında - Albüme adını veren şarkı ve açılış şarkısı. Mükemmel bir şarkı.
Git - Bence albümün en iyi şarkısı,benim de yeni favorim.
'Git,iş işten gitmeden git;çok geç olmadan vakit'
Türkü - Ömer Hayyam/Neyzen Tevfik sözleri yazmış ve besteyi Candan yapmış. Ortaya bu sanat eseri çıkmış.
Bahar - 'Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum? Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar? Bunun seninle ne ilgisi var?'
Ninni - 'Uyusunda büyüsün,ninni' nin sözlerine eklemeler yapılmış hali. Bir hikaye anlatılıyor ve can alıcı bir mesaj veriliyor Türkiye'ye... Anlayabilene.
.
Büyük ihtimalle uzun zamandan beri albüm satın almadınız
ve iyi bir albüm dinlemek istiyorsunuz..
benim size önerim Candan Erçetin'in yeni albümünü almanız.

15.12.09

Göz / Dudak / Kulak

'İnsan sadece dudaktan ibaret' demiştim.
Vazgeçtim o fikirden.Artık 'göz,kulak ve dudak' diyorum.

Yılın En İyi Dönemi

Bu ay diğer aylardan çok farklı; çok daha yoğundur.
Gazeteler en çok okunan kitapları,en çok satan albümleri yazar.
Starbuckslarda kırmızı bardakta yılbaşına özel içecekler çıkar.
Tepe Homelara ve onun türevlerine yılbaşı süsleri gelir...
Yılbaşı planları yapılır. Yapılan planlar bozulur.
Bozulan planlar yeniden uygulanmaya konur; sonra yeniden bozulur.
Yani her yerde bir telaş vardır.
Ayrıca bu dönemde hava soğuktur.
Kar beklenir.
Kar gelmez...
Yılın en iyi dönemidir bu dönem...

8.12.09

Sevmediğim Şeyler

- aynanın karşısına geçip kendi kendinin fotoğrafını çeken insanlar
Bir de utanmadan onu facebook'ta profil resmi yapanlar...
Kafalarını yana eğiyorlar,garip bir yüz ifadesi yapıyorlar!
Bu kadar zavallı olmayın,cidden üzülüyorum size.
Birkaç arkadaş edinin,onlar çeksin fotoğrafınızı.

- böLLe yaazAn' .vE qeNdinii moDeRNnn' znnEdeN zêkAsızzLarr^

- bir gece dışarı eğlenmeye çıkıp da bunu herkese duyurmak isteyenler
Hemen yazarlar gittikleri mekanın adını,içtikleri içkinin adını...
'Ben ortam insanıyım,hep dışardayım' mesajı vermeye çalışırlar.
Halbuki değildir. Öyle olmadığını,o da dahil,herkes bilir.
Biz de dışarı çıkıyoruz; ama bunu herkese duyurmaya çalışmıyoruz.

- saçma sapan bir şarkı sözünü sanki o felsefi bir sözmüş gibi iletisine koyanlar

- 01vatan/34mekan diye her yere yazanlar
Bunu çok havalı zannediyorlar. Ama değil.
Gerçekten değil.
Bir de Istanbul'a gelip de @Istanbul felan yazıyorlar.
Ben @ işaretinin ne demek onu biliyorum ve kullanıyorum demeye çalışıyorlar.
Ama kimse ilgilenmiyor sizin nerde olduğunuzla.

- birbiriyle sürekli İngizlice konuşanlar,yazışanlar
Sanki Türkçe bilmiyorlarmış gibi.
Sanki arkadaşların %99'u Türk değilmiş gibi.
1 ya da 2 tane yabancı arkadaşları var diye,
İngilizce bildiğini herkes anlasın diye her yere İngilizce yazıyorlar.
Özentilikte ulaşılabilecek maksimum noktadasınız,tebrik ediyorum.

Şu an bu tarz insanlara çok sinirlendiğim için devamını sonra yazarım.
Daha var sevmediğim şeyler.

7.12.09

Beyin/Dudak

'Bazı insanlar sadece dudaktan ibaret' dedim
ve bunu çizdim.

6.12.09

Cansu/Mems 06.12.09

Uzun zamandan beri görüşülmeyen bir arkadaşla yeniden görüşüldüğünde,insanın önünde iki seçenek vardır;
- ya aranın eskisi gibi,hatta eskisinden daha da iyi olduğunu anlar,arkadaşlık bağını kuvvetlendirirsin
-ya da onunla aranın eskisi gibi olmadığını fark eder,çaktırmamaya çalışırsın.
Yeni anılar oluşturmak yerine;
sürekli eski güzel anılarından konuşursun.
O da bir yere kadar götürür.
Sonra bir sessizlik gelir.
Şhhhh
Can alıcı bir sessizlik.
O saniye anlarsın.
Artık paylaşacak bir şey kalmamıştır.
Bu durum insanı çok üzer.
Ama yapılabilecek bir şey yoktur.
HERŞEYin olduğu gibi,iki insanın arkadaşlığının da bir sonu vardır...
.
Uzun bir aradan sonra,bugün Cansu K ile görüştüm.
Eski arkadaşız;ama hala yeni anılar oluşturabiliyoruz.
Bir tiramisu söyleyip,onu yerken sohbet edebiliyoruz.
Sonra tiramisunun üzerine adımızı yazıp,tarih atabiliyoruz.
Hala eğlenebiliyoruz.
Candan Erçetin'in şarkısında dediği gibi;
Anlatacak hikayelerim bitmemiş henüz
Anlaşacak dostlarım tükenmemiş.

2.12.09

Meşguliyet

Şu aralar çok yoğunum;
Ama bir çok kişi gibi bu beni mutsuz/yorgun etmiyor.
Aksine,beni daha da mutlu ediyor.
Çünkü bir şeylerle meşgul olmak,hiçbir şeyle meşgul olmamaktan daha iyidir.

Yeniden piyanoya başladım.
Beethoven'ın Für Elise eserini öğreniyorum.
Duru su gibi akıp giden,mükemmel bir melodi.
Klasik eser;ama insanı hiç sıkmıyor...
Üzerinde biraz daha çalışırsam,iyi çalabilirim.
.
Favori yazarım Maxime Chattam'ın yeni kitabı çıktı.
Kara Büyü,Karanlığın Soluğu,Zamanın Kanı...
Önceki tüm kitaplarını çok beğenmiştim.
Hatta Kaosun Sırları kitabı benim hala en sevdiğim kitaptır.
Bu kitap da hayal kırıklığına uğratmadı;
Tam beklediğim,istediğim gibi...
Hemen bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum.
Ama en fazla 1 haftada bitiririm.
Umarım diğer kitaplarını da Türkçe'ye çevirirler de bir an önce okuyabilirim.
.
Geçen yıl oynadığım en iyi PS3 oyunu Assassin's Creed'di.
Şimdi onun devamı olan ikinci oyun piyasaya çıktı.
Hemen onu satın aldım.
4 günden beri onu oynuyorum.
Ezio Auditore Di Firenze adlı genci kontrol ediyorum.
Bir Floransa asilzadesi. Ve bir suikastçı.
Tüm oyun zaten İtalya'da geçiyor
Rönesans döneminde...
Bunların yanı sıra yeni bir tablo yapıyorum;
Henüz tuvale aktarmadım,karakalem aşamasında.
Üzerinde oynamalar yapıyorum.
Renkleri belirliyorum...
Ayrıca 3 hafta sonra finallerim başlayacak..
Yavaş yavaş hukukçu moduma bürüneceğim =/

1.12.09

Olumsuz bir yazı.

İstanbul’u sevmiyorum.

İstanbul’u hiç sevmiyorum.
Aslında sevmediğim şehrin kendisi değil;kalabalığı.

Bana soruyorlar ‘neden hiç Taksim’e eğlenmeye gitmiyorsun?’ diye

Çünkü sevmiyorum.Çünkü kalabalık.
Eğlenmiyorum.

Herkesin eğlence anlayışı farklı.
Kimine çok eğlenceli gelen şey,kimine eziyet gelebilir;

İşte aynen öyle. Taksim gibi yerler benim için işkence.

Herşeyden önce Taksim karşı tarafta.

İstanbul’da karşıya geçmek çok zor.

Gerçekten.

Ama karşıya geçmekten daha zor olan bir şey varsa;

O da geç vakitte karşıdan geri dönmek…

Otobüs/minibüs normal zamanlarda bile tercih edilmemeli;

Taşıma denilen şey,toplu olmamalı;bireysel olmalı.
Bence.

33 oturan-66 ayakta yolcu olabilmesi

33 oturan-66 ayakta yolcu olması gerektiği anlamına gelmez.

Gelmemeli.

.

Bugün otobüse bindim. Herkes bana garip garip baktı.

Sanki hiç insan görmemişler gibi.
Sanki insan ırkının son temsilci benmişim de beni incelemeye almışlar gibi.

Ben otobüse binemezmişim gibi.

Neyse ki cam kenarındaydım,hava alabiliyordum.

(Gerçi buna rağmen kesin kapmışımdır H1N1’i)

Otobüste şunu fark ettim.

Herkesin elinde bir cep telefonu var.
Hatta çoğunun iki elinde ikişer telefon.

Çifte görgüsüzlük.
Sürekli telefonda konuşuyorlar,mesaj yazıyorlar.
Gerçekten merak ediyorum,bizim insanlarımızı bu kadar meşgul eden şey ne diye.

Belki herkes içinde bulunduğumuz siyasi çıkmazı çözmeye çalışıyordur.

Belki herkes enflasyonu,cari açığı ,işsizliği tartışıyordur.
Bilmiyorum.

Neyse.

Kalabalık diyordum…

Örümcek Adam’ı izleyenler bilir,tehlike öncesi Örümcek Adam bir şeyler hisseder;

Örümcek hissi vardır.

Ben Taksim’de ve Kadıköy’de öyle hissediyorum.
Nereye baksam bana CD satmaya çalışan insanlar,dilenciler;

İngilizce/bilgisayar kursuna beni zorla dahil etmek isteyenler ya da

Beni kaçırıp böbreğimi almak isteyen insanlar var.
Kalabalık sonuçta. Ne ararsanız var.

Aramadıklarınız daha çok var.

Nerde çokluk,orda… bolluk?

Değil.

Keşke ‘hadi köyümüze geri dönelim’ dese biri

Ve 15 milyon kişininin şöyle bir 7 milyonu geri dönse köyüne.

O zaman belki İstanbul yaşanabilir olur.

.

Fark etmeden çok uzun yazmışım...

Ama bu sorun değil;çünkü blog benim.

24.11.09

Başlıksız

az önce kivi yedim.
bilmeniz gerekir diye düşündüm.

22.11.09

Sebepsiz Zenginleşme

Carrefour'da biri alışveriş arabasını park alanında bırakmış;
hemen gittim onun 1 Lirasını aldım.
Sebepsiz zenginleştim.
haha,hehe,haha,ho!

Yılın videosu



...beni nasıl terk etti anlamıyorum ki?
hukuk fakültesinde okuyorum
zekiyim;
çalışkanım;
güzelim;
olur mu böyle şey ya?

*2009'un en iyi videosu ödülü Çağla'ya gidiyor.

bu gece

bu gece; benim gecem.

16.11.09

Güzel Şarkı Alarmı

Ben hareketli şarkıları severim.
Ama hareketli şarkılardan daha çok sevdiğim bir şarkı türü varsa;
o da hareketli gibi olan ama aslında üzücü olan şarkılardır...
Rihanna ile Will.i.am'in Photographs adlı şarkısı beni ele geçirdi.
Tekrar tekrar dinliyorum,sıkılmıyorum...
Önceki favori hareketli ama üzücü şarkım Darren Hayes - Neverland di.
Rihanna'nın bu şarkısı beni Pazar akşamına kadar götürür.
Siz de dinleyin.

13 Numaralı Kutu

Küçük siyah bir kutu.

Arabayı park ettiğim yerin hemen önünde duruyor.

Aslında uzun zaman önce fark ettim;ama dikkat etmedim.
Çöptür dedim,ya da unutulmuş bir kutudur diye düşündüm,önemsemedim.

Sürekli orda olduğunu görünce aklıma soru işaretleri gelmeye başladı.

Daha yakından baktım; üzerinde tek bir şey vardı;

Kırmızı ile yazılmış 13 sayısı…

Zincir gibi bir demirle arkasındaki duvara sabitlenmişti;

Hareket ettirilemezdi.
Uzun zamandan beri ordaydı.Belliydi.


Merak -onun ne olduğunu öğrenme isteği-beni ele geçirdi.

Değişik değişik senaryolar yazdım aklımda.

Ne olduğunu bilmediğim için çok yaklaşamadım;

Beni çekim alanına alabilir,kaçıp kurtulmama izin vermeyebilir

Dünyadan başka bir boyuta açılan kara kutu olabilir diye

Korktum.

Ya açan kişiyi lanetlerse? Ya Pandora'nın Kutusuysa?

Bir ufo'dan düşen bir parçaysa?

Yeni bir canlı türünün koza haliyse?


Ya öyleyse,ya böyleyse derken

Sitedeki güvenlik görevlisine sordum...

Benim senaryolarımdan bile ilginç bir şey çıktı;

Böcek kontrol noktasıymış.

Hmmmm...

15.11.09

Cihan'a

benim blogumu hiç beğenmiyormuşsun;
öyle dedin.
O zaman yapman gereken tek şey
ALT + F4!

14.11.09

Amerikan Müzik Ödülleri 2009

Cips? Alındı.
Akmina limonlu soda? Hazır.
En yakın arkadaş? Çağrıldı.
Herşey 22 Kasım'daki Amerikan Müzik Ödülleri için...

12.11.09

Dağınıklık

Bana son 5 gündür ulaşamamanızın bir nedeni var.

Kendi çapımda yaptığım 'bana kimse ulaşamasın' artistiği değil

(bazen onu da yaparım,o ayrı...)

Telefonumun çalınması ya da bozulması da değil.

Tamamen farklı bir şey;
Dağınıklık.

..

.

Her yer o kadar dağınık ki,aradığım hiçbirşeyi bulamıyorum.

Cdler,kitaplar,kıyafetler,kablolar,kanunlar yüzünden;

Odamdaki halıfleks bile görünmüyor.

Abartmıyorum.

Keşke abartıyor olsaydım.

O zaman T.D.T (Temizle/Düzenle/Topla) daha kolay olurdu.

Cep telefonumun şarj aletini bulamadığım için 5 günden beri kullanamıyorum.
TDT'den sonra bana ulaşabilirsiniz.

6.11.09

İki.

Talip'e hediye bir tablo yapıyorum;
onu yaparken aklıma geldi bu fikir.
İçimdeki iki farklı karakteri anlatıyor.
İkisinin keşistiği yeri;
ve ikisinin farkını...


İçimdeki iki karakterle ilgili yaptığım ikinci resim.
Daha önce BUNU yapmıştım.

2.11.09

Duvar Kağıdı

yeni duvar kağıdım;

30.10.09

Ev

Ev benim için önemlidir.
Aslında herkes için önemlidir; ama benim için daha da önemlidir.
Çünkü ben evi severim. Ev insanıyımdır.
İnternette gezerken,benim için ideal evi buldum.
Hemen sahiplendim.









Böyle bir evim olsa ASLA dışarı çıkmam.

29.10.09

Yaptıklarım

2 gün sonra,en önemli sınavım var (Eşya Hukuku)
Çalışmam gerekirken ben,bugün;

- 2 bölüm Grey's Anatomy izledim.
- Dolabımdaki kıyafetleri düzenledim,yazlıkları ayırdım.
- Gizemle uzuuun bir telefon konuşması yaptım.
- Evin tamamını sildim,süpürdüm.
- 'Her Eve Lazım' alışveriş programını izledim.
- Biletix'ten gelecek etkinliklere baktım.
- Playstation oynadım.
- Yemek yaptım,pişerken onu izledim.
- Kendime CV hazırlardım.
- Bilgisayarımdaki tüm resimleri/videoları yeniden düzenledim.
- Hepsiburada'dan hiçbir zaman almayacağım duvar stickerlarına baktım.
- İleri tarihler için ucuz uçak bileti araştırması yaptım.
- Spor yaptım sonra duşa girdim.

şu an ise 'yaptıklarım' diye bir yazı yazıyorum.

TERS

ɯıʎǝpuıɯǝuöp ʌɐuıs
ɯnɹoʎışɐʎ sɹǝʇ ıʎǝşɹǝɥ
=/

24.10.09

Yeni Eleman / Yukarı Bak

Geçen gün ablamla birlikte ‘Up’ filmini izlemek için Nautilus'a gittik.
Biletimizi aldığımızda saat 9’a geliyordu,film de 9.45’de başlayacaktı.
Biz de o arada Carrefour’a gideriz,su/çikolata vs alırız diye konuştuk.
Hızlıca birkaç parça şey aldık ve diğer tüm kasalar dolu diye süratli kasanın sırasına girdik. (İngilizce konuşma özentilerinin deyişi ile;express casa)
Orda da sıra fazlaydı; ama ‘en azından hızlı ilerler’ diye düşündük
Sadece düşünce de kaldı bu,milim milim ilerleyebildik.Arkamıza bir kadın geldi, ‘ayyy kollarım’ diye söylenmeye başladı.
Duymamış gibi davrandım; işe yaramadı. =/
‘benim kolumda romatizma var’ diye başladı anlatmaya,ama ben devamını dinlemedim.Sıkıntıdan telefonuma baktım,saat 21.40!
Ablam kadınla sohbet etmeye başladı
O kadını ‘Kara Büyü’ filmindeki Ms. Ganush’a benzetmiş
Eğer onunla konuşmazsa filmdekilerin onun başına geleceğini düşünmüş (!)
(Bu arada o filmi izlemediyseniz mutlaka izleyin,hala vizyonda)
Sıranın bize gelmesine tek bir kişi kalmıştı,tam o saniye onu fark ettim.
Daha doğrusu onun ‘yeni eleman’ kartını.
Biliyordum zaten,normal bir kasiyer bu kadar yavaş çalışamaz. Mümkün değil.
Neyse,önümüzdeki kırmızı giyinmiş adamın aldığı şeyler toplam 6 Lira 45 kuruş tuttu.Adam cüzdanından iki tane fiş çıkardı. Birinde 1 liralık,öbüründe de 1.50 lik indirimi varmış.
Sonra geri kalanını ödemek için de kredi kartını çıkarttı.
Kasiyer o fişleri işledi (kaplumbağa hızıyla) sonra kredi kartından parayı çekti.BAM!
Yanlış birşey yapacağı belliydi zaten onun...
‘Lütfen yan kasalara geçin,bu kasada sorun çıktı’ dedi.
Yok daha neler. Ben beklemişim o kadar,bir de gidip başka kasada mı bekleyim?!
Hemen telefonla birini aradı,’Acil buraya gel’ dedi.
Bekledik bekledik ve bekledik,sonunda pateniyle bir kız geldi.
Neyseki hemen halletti sorunu,ama saat çoktan 21.45’i geçmişti.
Çok sinirlendim ve telefonumla konuşuyor gibi yaparak onun fotoğrafını çektim.

Nautilus Carrefour’da 17 Numaralı kasada duruyor.
SAKIN onun olduğu kasaya gitmeyin.
Asrın hatasını yapmış olursunuz...

Neyse.
Up (Yukarı Bak) filmi,bugüne kadar izlediğim en iyi filmlerden biriydi.
Imdb'ye göre gelmiş geçmiş en iyi 42. film zaten.
Her açıdan mükemmeldi.
MUTLAKA izleyin.

18.10.09

Sağlıklı olabilmem için

Beni yeniden sağlıklı yapabilecek tek şey;

iyileşmem için,hatta eskisinden de güçlü olmam için
gerçekten buna ihtiyacım var.

17.10.09

Montum.

2008'in Şubat ayıydı.İstanbul'a kar yağmıştı.
Okul çıkışı taksiye bindim; Cadde'de bir arkadaşımla buluşmak üzere
Taksiden indim; ve o anda fark ettim
TAKSİDE MONTUMU UNUTTUM.
Hemen okuldan arkadaşım Marta'yı (Selin'i) aradım.
O da ana taksi durağına gitti;
Taksicilerle konuştu,montumu tarif etti.
Benim numaramı bıraktı.
Sonraki her gün kayıp eşya odasına gittim.
İçimde biraz umutla.
Sürekli taksicilere sordum;
YOK...

O montumdan sonra 2 tane yeni mont aldım.
Ama onun gibi olmadı hiçbiri...
Hiçbir zaman da olmayacak.
Biliyorum =/
O montumu ben giyecektim;
Sonra benim çocuklarım giyecekti.
Daha sonra da onların çocukları...

Bu yazıyı sadece ve sadece onu anmak için yazıyorum.
Seni unutmadım aziz montum.


^ montumla çekilmiş son fotoğrafım

Medeni Kanun Madde 989.- Taşınırı çalınan, kaybolan ya da iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden çıkan zilyet, o şeyi elinde bulunduran herkese karşı beş yıl içinde taşınır davası açabilir.

Fikri Kaçan Adam

Çok iyi bir fikrim vardı;
ama kaçtı.
Sonra başka bir fikir geldi aklıma;
'kaçan fikrimle ilgili bir tablo yapmalıyım' dedim.
Ve yaptım.


bir fikrim kaçtı
ama yeni bir fikir geldi.

10.10.09

Avrasya Maratonu!




Resmen kaydımı yaptırdım!
Artık benim de bir koşucu numaram var '63796'
Çünkü 18 Ekim 2009’da Avrasya maratonuna katılıyorum!!!
Altunizade’den başlayacak,Boğaziçi köprüsü geçilecek ve Beşiktaş’taki İnönü stadyumuna kadar koşulacak. Toplam 8 kilometre.
Koşuyu tamamlayabilen herkese madalya,sertifika ve tşört verecekler.
(Yani ben de alacağım :P)

Koşu tempomu arttırmam için önümde 7 gün var.
Bu 7 günü çok iyi değerlendirmeliyim.
En son istediğim şey,anahaber bülteninde 'maratonda fenalaşanlara ilk yardım yapıldı' haberine dahil olmak...
Bundan sonraki hedefim,triathlon =P

7.10.09

3.10.09

Günün Raporu

Sabah 9 gibi Ayça ve Cansu'yu almaya Kadıköy'e gittim.
Sadece Ayça'yı alabildim; çünkü Cansu KARALAR bizi son anda ekti. (!)
Ayça ile birlikte Beykoz'a gittik fotoğraf çekimine.
O yolda ceviz yedi,ben tropikal sakız çiğnedim.
Ara vermeksizin 3,5 saat Ayça modellik yaptı,ben de fotoğraf çektim.
Çok yorulduk ve sonra yemeğe Palladium'a gittik.
Asansör beklerken asansöre 'açıl susam açıl' dedim ve Ayça beni kınadı.
Yemekten sonra kahve içtik ve çikolatalı cheesecake söyledik kahve ile iyi gider diye.
Gitmedi. Beğenmedik cheesecake'i. (Yine de yedik)
Bu dediklerimin sizin için bir şey ifade etmediğini biliyorum,ama Ayça bunu okurken gülecektir.
Ve Cansu bunu okurken kendini ifşa ettiğim için sinirlenecektir. =)
Çektiğim bir kaç fotoğraf;
.
.
.
.
Bu arada,eğer Ayça'nın bloguna bakmak isterseniz tıklayın
Ahhhh
Az kalsın unutuyordum...
Bu da Cansu KARALAR.
.
HAHA!

30.9.09

'Sıkıntı' resmi


Anayasa Hukuku dersindeydik.
Bir arkadaşımla sıkıntıdan ölmek üzereydik.
Bunu çizdik ve ölmedik.

Amatörlük

Ders seçimi ile ilgili bir sorunum vardı,danışmanımın odasına gittim.
Bana yan odadaki 'Gül Hoca' ile konuşmam gerektiğini söyledi.
Yan odaya gittim,içerde bir adam ve bir de kadın vardı.
Dedim ki ; 'Pardon,Gül Hoca hanginiz acaba?'
Haha
İkisi de gülmeye başladı bana.
Neyse ki hepimiz hukukçuyuz;güldük geçtik.
Yoksa benim benim açımdan tehlikeli olabilirdi. =]

Lola

'Damn Yankees' müzikali için 1955 yılında yazılmış ve bestelenmiş.
O zamandan beri bir çok farklı sanatçı kendi versiyonunu kaydetmiş.
Ve bu şarkı hala eskimemiş!
'Whatever Lola Wants' gelmiş geçmiş en iyi şarkılardan biri.
Bence.
Sarah Vaughan'ın yorumuyla dinleyin;
Kesinlikle!

Whatever Lola wants,Lola gets...

Bir Gemi

Hayallerimden bir gemi yaptım; üzerine bindim.
amacım bilinmeyene doğru yol almak.
Şanslıyım ki,bana her zaman ışık tutan bir fenerim;
Yanlış yöne gitmemi engelleyen pusulam;
Gemim su aldığında bana destek verecek insanlar var...
Mehmet Emin.

21.9.09

Melek/Şeytan



Melek ya da Şeytan.
Resme baktığınızda İLK gördüğünüz sizin karakterinizi simgeliyormuş.
Kişinin bilinçaltı ile ilgiliymiş.
Algıda seçicilikmiş.
Falan filan.
Kem küm.

Polonezköy



İstanbul'un arka bahçesi gibi.
Farklı bir yer.
Öyle çok uzakta da değil.
Beykoz'un hemen arkasında...
35-40 dakikalık mesafede.
Özellikle kışın bir başka güzel oluyor.
Sararmış yapraklardan ve kurumuş ağaç dallarından başka hiçbir şey görünmüyor.
Yani tam fotoğraf çekmek/çekilmek için uygun.
Şehir stresinden uzak, doğayla iç içe bir yürüyüş için de.
Ayrıca Pazarları kahvaltı da veriyorlar.
O da iyi oluyor.

Kendi çektiğim 2 tane fotoyu yükledim;
gitmiş gibi olun diye.

yeni favori şarkım

Hani bazı şarkılar vardır ya;dinlerken şöyle dersiniz;
'Keşke bu şarkı benim olsaydı,keşke bunu ben söyleseydim.'
İşte bu şarkı da öyle.
Dinlerken düşünüyorum;
Bu şarkı bana ait olmalıydı.
Benim yapmak istediğim müzik tarzına o kadar yakın ki
hemen sahiplenesim geliyor =]P
mutlaka dinleyin;
Robbie Williams - Bodies

12.9.09

İlginç

Eski yazıma devam...
Okuldan arkadaşım o,adı Cansu Güneş!
Cansu Güneş!
Öyle bir isim olabilir mi? Hiç gerçekçi değil.
Düşünülmüş,tasarlanmış bir isim gibi.
Gerçek ismi gizlemek için konmuş bir isim gibi.
Sanki gerçek adı Azize Yılmaz felan olan bir insanın
sahne adı gibi...
Neyse,asıl ilginç olan onun adı değil.
(hayır,yanlış anlamayın,adı da ilginç; ama bunun kadar değil)
Yazın Toyiki de hukuk stajını yaptı. (evet,o da bir hukukçu)
Ve bu hafta,okul başladı diye işten ayrıldı.
Ayrılırken de herkese teşekkür maili attı.
O kadar da düşünceli!
...
..
.
Teşekkür;
Merhaba,Okulumun başlaması nedeniyle stajyerlik günlerim bugün bitiyor, bu sıcak ve samimi iş ortamından üzülerek ayrılıyorum.İki aydır severek çalıştığım Toyiki'de daha önce ciddi bir iş tecrübem olmamasına rağmen bana güvenerek bu staj imkanını sağlayan ve çalıştığım süre içerisinde de benden desteğini, tecrübelerini ve sevecenliğini esirgemeyen Atakay Bey'e ve bana ilk günden itibaren abla gibi davranarak bilgilerinden öte sevgisini paylaşan rol modelim Seren Hanım'a öncelikli olarak,ayrıca bana çalışma arkadaşındançok yakın bir arkadaş olan Deniz Hanım başta olmak üzere benden yardımlarını ve samimiyetlerini eksik etmeyen tüm Toyiki ailesine çok teşekkür ediyorum.Toyiki günlerinizin benimki kadar güzel geçmesi dileklerimle,
Cansu Güneş

Musiki



Üsküdar Musiki Cemiyeti'nin A sınıfı konserini dinlerken..
(kuzenim Tuğçe'ye doğru video yakınlaşıyor,hehe)

9.9.09

İsmail Dede



Bende onun karakteri varmış.
Bazı huylarımı ondan almışım.
Öyle diyorlar.Onu tanıyanlar.
O 'İsmail Dede'.
Yani dedemin babası.
Onla ilgili elimde olan tek şey bu eski resim;
ve onun mühürü. ( O zamanlar herkesin mühürü varmış)
İlginç.
EK; belki yıllar sonra,benim de torunumun çocuğu benim resmimi gösterir ve beni anar.
Tıpkı benim şimdi İsmail Dede'yi andığım gibi.

Yeni Tablom



Çerçeveletince resmini çekerim demiştim.
Öyle bloguma yüklerim diye düşünmüştüm.
Ama dayanamadım!
Yeni resim çalışmam... Bu seferki yağlı boya değil,akrilik boya.
Daha yumuşak,çabuk kuruyan ve kokusu daha ilginç olan bir boya.
Sadece 2 renk kullandım; siyah ve beyaz.
Biraz parmağımla,biraz fırçayla boyadım.
İyi oldu. Bence.
Geçen resmim (M harfi,karakter çatışması) kadar kişisel değil / derin değil.
Ama bunun da kendine ait bir hikayesi var.
Daha doğrusu bana ait.
Dediğim gibi,iyi oldu.
Farklı oldu.

3.9.09

Turuncu

Benim için turuncu,'telaş' rengidir.
Paniktir. Beni hep tedirgin eder.
Can kurtaran simitleri...turuncudur;boğulmak üzere olanlara atılırlar.
İtfayecilerin kıyafetleri de öyle.
Turuncunun olduğu yerde 'kaos' vardır;
En azından bana öyle gelir.
O yüzden sevmem o rengi...


Ama bugün gökyüzü,öyle bir yüzünü gösterdi ki;fotoğrafını çekmezsem olmazdı.
Ben bile sevdim o turuncuyu!

31.8.09

Origami



Satoshi Kamiya bu origamiyi 6 saatte yapmış.
Hemen araştırdım ve 12 aşamada nasıl yapıldığını gösteren bir video buldum.
Şu an ikinci aşamadayım,buraya kadar şaşırtıcı bir şekilde iyi gidiyor!
( ilk dört aşama temel origami bilgisi diye olabilir:)
Eğer yapabilirsem resmini çeker buraya yüklerim...
Resim yüklemezsem,anlayın ki...
..
.
fotoğraf makinemin şarjı bitmiştir.
Haha.

Nietzsche'den

Ey ulu yıldız...
Kendilerine ışık saçtıkların olmasaydı;
saadetin nerde kalırdı?

Yapılacaklar Listesi

'Belgelerim' klasörümden 'Yapılacaklar Listesi' adlı word dosyasından kopyalıyorum,yapıştırıyorum;

- Tenis raketime titreşimi önleyici yeni grip alınacak.
-4 Eylül'de ders kayıtlarım yapılacak.
-Grey's Anatomy sezon 5 izlenecek.
- Beşiktaş'taki SAF restorant denenecek.
- Abdi İpekçi Arena'ya, Avrupa voleybol turnuvası maçına gidilecek.
- Notere gidip yeni şarkımın hakları adıma kaydettirilecek.
- Zaman Çarkı altıncı kitap 'Kaos Lordu' okunacak.
- Gittigidiyor'dan ikinci el playstation oyunu alınacak.
- Kate Bush'un 'The Whole Story' albümü indirilecek,dinlenilecek.
- Eğitim Gönüllüleri Vakfından yeni dönem programı istenecek.
- 'Son Durak' filmine sinemaya gidilecek
- Beykoz'a gidilecek, 'Maria's Cheesecake' bulunup cheesecake yenilecek.
- Kuzenimle bir Türk Sanat Müziği şarkısı kaydedilecek.
- Yedikule Hayvan Barınağı'na gidilecek,köpek sevilecek.
...
..
.

25.8.09

Yeni Duvar Kağıdım


Banksy'nin bu fotoğrafını gördüm;çok etkilendim.
Hemen duvar kağıdım yaptım.

23.8.09

Yaprağın Yolu

Yağmurun yağması,bir rüzgarın belirli bir yönden esip geçmesi,bir yaprağın düşmesi...
Bunların hepsi,önceden belirlenmiş olaylardır. Hiçbir şey tesadüf değildir.
Yani bir yaprak yere düşmek üzereyse bir ağacın dalından,o yaprağın düşmesi lazımdır.

O düşmek üzere olan yaprağın düşmesini engellersek,yani o henüz yere değmeden onu yakalayabilirsek doğal akışı bozmuş oluruz. Desen,'o yaprak o gün o saatte toprağa düşecek' diye dokumuştur.Biz o yaprağın düşmesini engelleyerek bunu değiştiririz.Yaprağı yakalayınca bir dilek tutarız ve o yaprağı kesinlikle yere değmeyecek şekilde saklarız.Ne zaman dileğimiz gerçekleşirse o yaprağı yere atarız ki doğal denge yeniden sağlansın...
O yaprak,düşmelidir.Doğa,o yaprağı düşürmek için mutlaka uğraşacaktır,sonuçta dengeyi sağlayacaktır. Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım o dengeyi zaten bozamayız;çünkü ondan güçlü değiliz..Günümüzde bile yağmuru istediğimiz zaman yağdıramıyoruz,rüzgarları yönlendiremiyoruz,depremleri tahmin edemiyoruz... Doğa,insan varolmadan önce de vardı ve güçlüydü,insan varolduktan sonra da var ve hala bizden daha güçlü..
O dileğimizi doğa yerine getirecektir,dengeyi tekrardan sağlamak için.
İşte 'yaprağın yolu' böyle bir şey. Ben inanıyorum.

20.8.09

...herşey akılda başlıyor,akılda bitiyor...

19.8.09

Keşke

Keşke
Bir tane daha Mehmet Emin olsa,benim yerime okula gitse,ders çalışsa,sınavlara girse,gazete okusa,güncel hukuki olayları takip etse...
Keşke
Bir tane daha Mehmet Emin olsa,benim yerime spor yapsa,sağlıklı beslense,dişlerini fırçalasa,arkadaşlarımla görüşse,gezse-tozsa,sosyal olsa...
Keşke
Bir tane daha Mehmet Emin olsa,benim yerime basit ayak işlerini yapsa,kargo geldiği zaman onu alsa,imza gerektiği zaman bankaya gitse...

Çok fazla bir şey istemiyorum;
sadece bir kaç tane daha 'Mehmet Emin' istiyorum!
çünkü artık yeterli olmadığımı hissediyorum.
Çok fazla parçaya bölünmem gerekiyor;
herkes benden bir parça istiyor...
yetişemiyorum.
Keşke...

Hayat

Hayat,bir fincan ümitsizliğin üzerine eklenen bir kaşık umuttur.
Mehmet Emin.

18.8.09

Kağıt



Kağıt,benim gibiler için bir 'oyun' değildir; ayrı bir sektördür.
Eğlence dünyasının farklı bir boyutudur.
Yıllarca Ertuğrul amcamla ve Nazmiye teyzemle birlikte çalıştım.
Bunun sonucunda doğal olarak 'profesyonel kağıt ustası' oldum.
Artık her türlü oyunu,en ince detayına kadar biliyorum.
Varsa bana rakip olma cesaretine sahip olan.
haber versin...

17.8.09

bir kaç resim..

bir kaç resim yükledim.
ama bu sefer benim objektifiminden değil;
Kuzenim Tuğçe'den.

13.8.09

Su ve Kuraklık

'Su ve kuraklık' konulu fotoğraf yarışmasına bu fotoğraf ile katıldım.
Kazanamadım.

Ben jüride olsam seçerdim bunu.
Gerçekten.
Kendim çektim diye demiyorum;
Renk uyumu,çekimi,hareketi,hikayesi var...
Jüridekiler anlayamadıysa o benim sorunum değil.

11.8.09

Tiramisu



Ben tatlı hiç sevmem.
Nerdeyse hiçbir tatlıyı yemem.
Sadece tiramisu severim,yerim.
Çünkü o tatlı değildir benim için,farklı bir şeydir. Bu dünyadan değildir.
İçindeki kakao,krema ve kahve,artık kakao,krema ve kahve olmaktan çıkmıştır; yepyeni bir forma bürünmüştür...
Bu yazıyı yazmama sebep olan,az önce bitirdiğim bir porsiyon tiramisudur...

6.8.09

Değişim / Ben.

Bugün Adana'ya,eve geldim.
Gittiğimden beri bir çok şey değişmiş.
Bazı şeyler de şaşırtıcı şekilde aynı kalmış.

Lisede bir çok kişi gibi ben de servise yazılmamıştım,kendim gidip geliyordum okula. Turuncu Balcalı otobüsleri tam bizim okulun önünden geçiyordu,hem de 20-25 dakika da okula götürüyordu. Ayrıca otobüsün içinde mutlaka okuldan,hatta sınıfımdan birileri oluyordu. (Serel ,Cansu ,Begüm,Erman...)
Okula giderken her gün önünden geçtiğimiz ve geçerken de 'Aaa,burası Ayşe Hatun Önal'ın biliyor musun?' diyerek şaşırdığımız ve güldüğümüz bir gelinlikçi vardı... Evet,geçmiş zaman kullandım. Çünkü kapanmış...
Orası gerçekten Ayşe Hatun Önal'ındı. Zaten gelinlikçinin adı da 'Hatun Ayşem'di.
Sadece bir gelinlikçi değildi bizim için;arkadaşlık simgemizdi. Espri kaynağımızdı. Gülme garantimizdi... Artık yok.

Değişen bir şey daha var. Ben.
Daha doğrusu görüntüm.
Annem yıllar önce benim bir resmimi yağlı boyada tuvale çalışmıştı.
Duvarda onu gördüm. Gerçekten değişmişim. Uyudum,uyandım,büyüdüm sanki.
İşte o resim



Adana ile ilgili anlatacaklarım bitmedi.
Devamını daha sonra yazacağım.
Tabii internete bağlanabilirsem.
Çünkü buradaki telefon hattını kapattırmıştık,doğal olarak internet de gitti.
Şu anda bizim evin karşısındaki English Home'ın kablosuz ağından giriyorum.
Şifresini de kendim buldum. Ne mi?
Tabii ki English Home.
hehe.

5.8.09

bilgisayarımı karıştırken bulduğum bir başka video.

4.8.09



Bugün yeni bir şarkı yapmaya başladım.
Sanki biri kulağıma fısıldadı melodiyi.
Sanki hep bildiğim bir melodiyi hatırladım gibi oldu.
Müziğim hazır. Şimdi sözleri yazmalıyım.
O melodinin üzerine ona uygun olarak ne anlatmam gerektiğini de buldum...
Mükemmel bir şeyin eşiğindeyim.