30.12.09

Yılın Son Yazısı / Hoşgeldin 2010

Biri Adana'dan,biri Bursa'dan ve diğeri de İstanbul'dan.
Bu yıl sadece 3 tane milli piyongo bileti aldım.
Artık bana çıkmak zorunda...
O kadar istiyorum ki büyük ikramiyeyi;
Anlatılmaz bir duygu bu.
Anlatılsa bile,ben beceremem.
En çok ben istiyorum;
En çok ben hakediyorum.
Sadece 1 biletime çıksın istemiyorum;
Aldığım 3 biletin 3üne de çıksın istiyorum.
Hem de en büyük ikramiyelerin çıkmasını istiyorum.
Gerçekten...
Çok istiyorum.
Herşeyi düşündüm;
Herşeyi planladım.
Çok istiyorum demiş miydim?
...
.
Bu arada,şu anda okuduğunuz yazı,yılın son yazısı.
Hatta büyük ikramiye bana çıkarsa,blogumun son yazısı olacak.
Alan adı satın alır,web sitesi açarım öyle bir durumda.
'Açarım' derken kastettiğim; asistanımın açması.
(İnternet işlerimle uğraşan asistanıma söyleceğim cümleye bakar o iş)
Eğer yılbaşından sonra blogumda yeni bir şeyler göremiyorsanız
bana telefonla ve benzeri şeylerle ulaşamıyorsanız; anlayın ki bana piyango çıkmıştır.

21.12.09

Sarı Balonla Uçan Mavi Horoz

Sabaha doğru (saat 3 gibi) rüyamda
'sarı balonla uçan mavi horoz' gördüm.
Üşenmedim, 'sabaha hatırlarım nasıl olsa' demedim.
(Çünkü biliyorum,asla hatırlanmaz onlar)
hemen uyandım ve resmini çizdim.

19.12.09

Hediye

Hediye vermeyi seven bir insanımdır.
Ama hediye vermekten daha çok sevdiğim bir şey varsa;
o da hediye almaktır.
Bana bugüne kadar gelen en iyi hediyelerden birini paylaşıyorum;

Selin (nam-ı diğer Marta) yaptı bana bu atkıyı.
Griyi kullanmış,çünkü biliyor benim en sevdiğim rengin gri olduğunu.
Ve 'ME' harflerini -yani adımın baş harflerini - eklemiş.
Bir an önce soğuk kış günleri başlasa da atkımı taksam
ve herkes atkımı görse istiyorum.
...
..
.
Siz de bana yaptığınız/aldığınız hediyenin blogumda olmasını istiyorsanız
yapmanız gereken şey çok basit...
Biliyorsunuz ne olduğunu.
Haha.

Kırık Kalpler Durağı

D&R'da film bölümde bir arkadaşımla dolaşıyordum.
'Bak,sen şunu izledin mi?' ve 'aaa,bu film çok iyiydi!' diye konuşurken
arkalardan tanıdık bir ses duydum.
Candan Erçetin'in sesi değil mi bu?' diye sordum
ve şarkıyı dinlemeye başladım.
Hiç tanıdık gelmedi...
O saniye yanımdan geçen kızın elinde gördüm CDyi.
Resmen Candan Erçetin yeni bir albüm yapmış!
Şaşırdım.
Hemen ben de bir tane aldım.
Çünkü bazı sanatçılar vardır; yeni şarkılarını duymamış olsan da,albümlerini alabilirsin.
Güvenirsin onlara; onlar ne yapsa,iyi yaparlar.
Benim için Candan Erçetin öyle bir sanatçı işte.
Mutlaka dinlemeniz gereken şarkılar şunlar;
Kırık Kalpler Durağında - Albüme adını veren şarkı ve açılış şarkısı. Mükemmel bir şarkı.
Git - Bence albümün en iyi şarkısı,benim de yeni favorim.
'Git,iş işten gitmeden git;çok geç olmadan vakit'
Türkü - Ömer Hayyam/Neyzen Tevfik sözleri yazmış ve besteyi Candan yapmış. Ortaya bu sanat eseri çıkmış.
Bahar - 'Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum? Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar? Bunun seninle ne ilgisi var?'
Ninni - 'Uyusunda büyüsün,ninni' nin sözlerine eklemeler yapılmış hali. Bir hikaye anlatılıyor ve can alıcı bir mesaj veriliyor Türkiye'ye... Anlayabilene.
.
Büyük ihtimalle uzun zamandan beri albüm satın almadınız
ve iyi bir albüm dinlemek istiyorsunuz..
benim size önerim Candan Erçetin'in yeni albümünü almanız.

15.12.09

Göz / Dudak / Kulak

'İnsan sadece dudaktan ibaret' demiştim.
Vazgeçtim o fikirden.Artık 'göz,kulak ve dudak' diyorum.

Yılın En İyi Dönemi

Bu ay diğer aylardan çok farklı; çok daha yoğundur.
Gazeteler en çok okunan kitapları,en çok satan albümleri yazar.
Starbuckslarda kırmızı bardakta yılbaşına özel içecekler çıkar.
Tepe Homelara ve onun türevlerine yılbaşı süsleri gelir...
Yılbaşı planları yapılır. Yapılan planlar bozulur.
Bozulan planlar yeniden uygulanmaya konur; sonra yeniden bozulur.
Yani her yerde bir telaş vardır.
Ayrıca bu dönemde hava soğuktur.
Kar beklenir.
Kar gelmez...
Yılın en iyi dönemidir bu dönem...

8.12.09

Sevmediğim Şeyler

- aynanın karşısına geçip kendi kendinin fotoğrafını çeken insanlar
Bir de utanmadan onu facebook'ta profil resmi yapanlar...
Kafalarını yana eğiyorlar,garip bir yüz ifadesi yapıyorlar!
Bu kadar zavallı olmayın,cidden üzülüyorum size.
Birkaç arkadaş edinin,onlar çeksin fotoğrafınızı.

- böLLe yaazAn' .vE qeNdinii moDeRNnn' znnEdeN zêkAsızzLarr^

- bir gece dışarı eğlenmeye çıkıp da bunu herkese duyurmak isteyenler
Hemen yazarlar gittikleri mekanın adını,içtikleri içkinin adını...
'Ben ortam insanıyım,hep dışardayım' mesajı vermeye çalışırlar.
Halbuki değildir. Öyle olmadığını,o da dahil,herkes bilir.
Biz de dışarı çıkıyoruz; ama bunu herkese duyurmaya çalışmıyoruz.

- saçma sapan bir şarkı sözünü sanki o felsefi bir sözmüş gibi iletisine koyanlar

- 01vatan/34mekan diye her yere yazanlar
Bunu çok havalı zannediyorlar. Ama değil.
Gerçekten değil.
Bir de Istanbul'a gelip de @Istanbul felan yazıyorlar.
Ben @ işaretinin ne demek onu biliyorum ve kullanıyorum demeye çalışıyorlar.
Ama kimse ilgilenmiyor sizin nerde olduğunuzla.

- birbiriyle sürekli İngizlice konuşanlar,yazışanlar
Sanki Türkçe bilmiyorlarmış gibi.
Sanki arkadaşların %99'u Türk değilmiş gibi.
1 ya da 2 tane yabancı arkadaşları var diye,
İngilizce bildiğini herkes anlasın diye her yere İngilizce yazıyorlar.
Özentilikte ulaşılabilecek maksimum noktadasınız,tebrik ediyorum.

Şu an bu tarz insanlara çok sinirlendiğim için devamını sonra yazarım.
Daha var sevmediğim şeyler.

7.12.09

Beyin/Dudak

'Bazı insanlar sadece dudaktan ibaret' dedim
ve bunu çizdim.

6.12.09

Cansu/Mems 06.12.09

Uzun zamandan beri görüşülmeyen bir arkadaşla yeniden görüşüldüğünde,insanın önünde iki seçenek vardır;
- ya aranın eskisi gibi,hatta eskisinden daha da iyi olduğunu anlar,arkadaşlık bağını kuvvetlendirirsin
-ya da onunla aranın eskisi gibi olmadığını fark eder,çaktırmamaya çalışırsın.
Yeni anılar oluşturmak yerine;
sürekli eski güzel anılarından konuşursun.
O da bir yere kadar götürür.
Sonra bir sessizlik gelir.
Şhhhh
Can alıcı bir sessizlik.
O saniye anlarsın.
Artık paylaşacak bir şey kalmamıştır.
Bu durum insanı çok üzer.
Ama yapılabilecek bir şey yoktur.
HERŞEYin olduğu gibi,iki insanın arkadaşlığının da bir sonu vardır...
.
Uzun bir aradan sonra,bugün Cansu K ile görüştüm.
Eski arkadaşız;ama hala yeni anılar oluşturabiliyoruz.
Bir tiramisu söyleyip,onu yerken sohbet edebiliyoruz.
Sonra tiramisunun üzerine adımızı yazıp,tarih atabiliyoruz.
Hala eğlenebiliyoruz.
Candan Erçetin'in şarkısında dediği gibi;
Anlatacak hikayelerim bitmemiş henüz
Anlaşacak dostlarım tükenmemiş.

2.12.09

Meşguliyet

Şu aralar çok yoğunum;
Ama bir çok kişi gibi bu beni mutsuz/yorgun etmiyor.
Aksine,beni daha da mutlu ediyor.
Çünkü bir şeylerle meşgul olmak,hiçbir şeyle meşgul olmamaktan daha iyidir.

Yeniden piyanoya başladım.
Beethoven'ın Für Elise eserini öğreniyorum.
Duru su gibi akıp giden,mükemmel bir melodi.
Klasik eser;ama insanı hiç sıkmıyor...
Üzerinde biraz daha çalışırsam,iyi çalabilirim.
.
Favori yazarım Maxime Chattam'ın yeni kitabı çıktı.
Kara Büyü,Karanlığın Soluğu,Zamanın Kanı...
Önceki tüm kitaplarını çok beğenmiştim.
Hatta Kaosun Sırları kitabı benim hala en sevdiğim kitaptır.
Bu kitap da hayal kırıklığına uğratmadı;
Tam beklediğim,istediğim gibi...
Hemen bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum.
Ama en fazla 1 haftada bitiririm.
Umarım diğer kitaplarını da Türkçe'ye çevirirler de bir an önce okuyabilirim.
.
Geçen yıl oynadığım en iyi PS3 oyunu Assassin's Creed'di.
Şimdi onun devamı olan ikinci oyun piyasaya çıktı.
Hemen onu satın aldım.
4 günden beri onu oynuyorum.
Ezio Auditore Di Firenze adlı genci kontrol ediyorum.
Bir Floransa asilzadesi. Ve bir suikastçı.
Tüm oyun zaten İtalya'da geçiyor
Rönesans döneminde...
Bunların yanı sıra yeni bir tablo yapıyorum;
Henüz tuvale aktarmadım,karakalem aşamasında.
Üzerinde oynamalar yapıyorum.
Renkleri belirliyorum...
Ayrıca 3 hafta sonra finallerim başlayacak..
Yavaş yavaş hukukçu moduma bürüneceğim =/

1.12.09

Olumsuz bir yazı.

İstanbul’u sevmiyorum.

İstanbul’u hiç sevmiyorum.
Aslında sevmediğim şehrin kendisi değil;kalabalığı.

Bana soruyorlar ‘neden hiç Taksim’e eğlenmeye gitmiyorsun?’ diye

Çünkü sevmiyorum.Çünkü kalabalık.
Eğlenmiyorum.

Herkesin eğlence anlayışı farklı.
Kimine çok eğlenceli gelen şey,kimine eziyet gelebilir;

İşte aynen öyle. Taksim gibi yerler benim için işkence.

Herşeyden önce Taksim karşı tarafta.

İstanbul’da karşıya geçmek çok zor.

Gerçekten.

Ama karşıya geçmekten daha zor olan bir şey varsa;

O da geç vakitte karşıdan geri dönmek…

Otobüs/minibüs normal zamanlarda bile tercih edilmemeli;

Taşıma denilen şey,toplu olmamalı;bireysel olmalı.
Bence.

33 oturan-66 ayakta yolcu olabilmesi

33 oturan-66 ayakta yolcu olması gerektiği anlamına gelmez.

Gelmemeli.

.

Bugün otobüse bindim. Herkes bana garip garip baktı.

Sanki hiç insan görmemişler gibi.
Sanki insan ırkının son temsilci benmişim de beni incelemeye almışlar gibi.

Ben otobüse binemezmişim gibi.

Neyse ki cam kenarındaydım,hava alabiliyordum.

(Gerçi buna rağmen kesin kapmışımdır H1N1’i)

Otobüste şunu fark ettim.

Herkesin elinde bir cep telefonu var.
Hatta çoğunun iki elinde ikişer telefon.

Çifte görgüsüzlük.
Sürekli telefonda konuşuyorlar,mesaj yazıyorlar.
Gerçekten merak ediyorum,bizim insanlarımızı bu kadar meşgul eden şey ne diye.

Belki herkes içinde bulunduğumuz siyasi çıkmazı çözmeye çalışıyordur.

Belki herkes enflasyonu,cari açığı ,işsizliği tartışıyordur.
Bilmiyorum.

Neyse.

Kalabalık diyordum…

Örümcek Adam’ı izleyenler bilir,tehlike öncesi Örümcek Adam bir şeyler hisseder;

Örümcek hissi vardır.

Ben Taksim’de ve Kadıköy’de öyle hissediyorum.
Nereye baksam bana CD satmaya çalışan insanlar,dilenciler;

İngilizce/bilgisayar kursuna beni zorla dahil etmek isteyenler ya da

Beni kaçırıp böbreğimi almak isteyen insanlar var.
Kalabalık sonuçta. Ne ararsanız var.

Aramadıklarınız daha çok var.

Nerde çokluk,orda… bolluk?

Değil.

Keşke ‘hadi köyümüze geri dönelim’ dese biri

Ve 15 milyon kişininin şöyle bir 7 milyonu geri dönse köyüne.

O zaman belki İstanbul yaşanabilir olur.

.

Fark etmeden çok uzun yazmışım...

Ama bu sorun değil;çünkü blog benim.